Atatürkçülük
Atatürkçülük, kelime anlamı olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün düşüncelerini ve görüşlerini temel alma anlamını içeren, ideolojik olarak emperyalist devletlerin fakir ve geri kalmış bir millete karşı giriştiği paylaşma hareketine tepki olarak doğan; Türk milliyetçisi ve antikomünistyapılı, belirli bir sınıf desteğine dayanmayan; geri kalmış safsata ve batıl itikatlardan güç alan kurumlar yerine akla ve bilime dayanan kurumları getirmeyi amaç edinen; Mustafa Kemal Atatürk'ün ideolojisi.Atatürkçü ideolojinin temellerini, Atatürk'ün düşünce ve uygulamalarıyla ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılaplar oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti de, anayasasında belirtildiği gibi, özellikleri ve uygulamalarıyla Atatürkçülük doğrultusunda hareket etmektedir.[9]
Atatürkçülük, Türk halkının doğal karakterinden ve Türk vatanının sahip olduğu öz kaynaklardan, Türk tarihinden ve Türk insanının isteklerine çare bulma ihtiyacından doğmuştur. Bu sistem Türk Milleti'ni bütün unsurları ile çağdaş ülkelerden daha ileri bir seviyeye çıkarma anlayış ve gayretlerinin bir sonucudur.[10]
Atatürkçülüğü belirtmek için kullanılan "Kemalizm" terimi ise 1930'larda kullanılmaya başlanmıştır. 1934'de Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Türk kültürü ve Türkiye Cumhuriyeti'ni tanıtmaya yönelik olarak La Turquie Kemaliste (Kemalist Türkiye) dergisini yayımlamaya başlamıştır.[11] Mustafa Kemal'in kurduğu bu düşünce sistemi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 9 Mayıs 1935’te toplanan IV. Kurultayı'nda kabul edilen 1935 Programı’nda da "Kâmâlizm" olarak geçmiştir.[12]
Uygulaması
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet anlayışını devletin merkezine koymuş ve ismini Türkiye Cumhuriyeti olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk İlkeleri; yani Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılık üzerine temellenmiştir.
Atatürkçülük, Türkiye'de yaşayan tüm etnik kökenleri ayrım yapmadan içine alan bir Türk ulusu kimliği görür. Tamamiyle Türk milliyetçisi bir ideolojidir ve Türklük üzerine durur. Devletin varlığını ve birliğini bu kimliğin geliştirilmesinde bulur. Atatürk milleti şöyle tanımlamaktadır:
“ |
Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için "zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya" ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. |
” |
|
Atatürk'ün devletinin laik ve üniter olması devletin toplumla ilişkilerinde din ve etnik ögeler bakımından tarafsız olması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Atatürk devleti şekillendirmeyi ve bu bağlamda devletin milletle ilişkisini düzenlemeyi savunmuştur. Atatürk'ün millet anlayışında Türk kimliği milliyetçilik ilkesi doğrultusunda, tüm etnik grupları tarafsız olarak içine alır. Cumhuriyet'in devamlılığı için bu ilke, pragmatik bir doğrultuda, tarafsız bir biçimde ilerletilir.
Gelişimi
Atatürk Devrimleri sürecinde izlenen yöntemler ve gerçekleştirilen eylemler; uygulamayla Türkiye Cumhuriyeti'nin kuralları olarak ortaya çıktı. Bağımsızlık savaşının bir ulus-devlet halini almasına doğru yönelen bu kurallar Atatürkçü düşünce sistemini oluşturdu. Devrim sürecinde ve devrimin önderi tarafından ortaya konulan bu kurallar Atatürkçü ideolojinin değişmez ilkeleridir. İlkelere bir bütün olarak "Atatürkçülük" ya da "Kemalizm" adı verilmektedir. Bir başka tanımla Atatürkçülük, Türk Kurtuluş Savaşı’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda temel olan değişmez fikir ve ilkelerin tümüdür.
İdeoloji olarak Atatürkçülük
Atatürkçülük, yukarıda açıklandığı gibi birtakım ilkeleri ve politikası olan bir ideolojidir. Ulusal ve laik bir modern devlet tipidir. Bazı kesimler tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin temel doktrini ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir. Atatürkçülük; emperyalizme karşı milliyetçiliği, kapitalizme karşı halkçılığı ve devletçiliği, gericiliğe karşı laikliği, aşırı muhafazakârlığa karşıinkılapçılığı, oligarşiye karşı ise cumhuriyetçiliği savunan bir ideolojidir.
Sıklıkla, Atatürkçü-Kemalist idelojinin bir fikir sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatik bir yöntemle modernleştirmeye çalışan politik bir uygulama olduğu vurgulanır. Bununla birlikte, Atatürkçülrin yaptığı devrime rehberlik eden belli fikirler vardı ve bunlar esnek bir biçimde de olsa CHP ideologları tarafından sistemleştirilmişti.[13]
Atatürkçülük pek çok kişi ve grup tarafından sağ ve sola rakip "üçüncü bir yol" olarak tanımlanmaktadır. Ama Atatürkçülük, 1920'lerin kendine özgü yapılı Türkiye'sinin ihtiyaçlarından doğmuş, temelinde sınıf çatışmasından ziyade "Tam Bağımsızlık", "Ulusal Birlik" ve "Anti-Emperyalizm" olan bir ideolojidir. Lozan'da taviz verilmeyen tek konunun Tam Bağımsızlık olması, daha sonrasında Balkan Antantı ve Sadabat Paktı antlaşmalarına imza atılmasının yanında davet edilmesine rağmen Türkiye'nin Birleşmiş Milletler'e girmemesi de bu temelin sonuçlarındandır.
Bir diğer grup da Atatürkçüüğü sol kanat ideolojisi olarak görmekte, onu üçüncü yol sayanları Atatürkçülüğü siyaset dışına atmaya çalışmakla ve sadece bir düşünce sistemi olarak sınırlandırmakla eleştirmektedir. Bu gruplarda bu düşünceye sahip olan insanların sağcı olduklarını iddia edenler de bulunmaktadır. Genel olarak bu kesimin düşüncesine göre milliyetçilik sola engel değildir ve bu gruplarda, Cemal Abdülnasır,Nehru, Sultan Galiyev, Lumumba gibi ulusal kurtuluş savaşı vermiş isimlerin kendilerini solcu olarak tanımlamalarından yola çıkılarak, esas milliyetçiliğin solda olduğu fikri egemendir.
Atatürkçülük ve Ordu
Atatürk'ün "ya üniforma ya siyaset" tavrı o kadar nettir ki Cumhurbaşkanı olduktan sonra, halkın karşısına hep sivil kıyafetle çıkmaya bile özen göstermiştir. Üstelik "mareşal" üniformasını yaşamı boyunca taşımak hakkına sahip olduğu halde; ve asker kökenli olmayan birçok devlet başkanının bile resmi törenlerde üniforma taşıdıkları bir dönemde...
Atatürkçü ideolojideki ordu anlayışı Türk ordusunun her müdahaleden sonra kışlasına çekilmesi ile de açıklanabilmektedir. Hiçbir askeri cunta Kemalizm'i ve Atatürk'ü yadsımadan iktidarda kalamaz. Böyle bir ideolojik yadsımaya gidilmesi de ordunun desteğini keseceği için askeri yönetim olanaksızlaşır.
Atatürkçülük ve Gençlik
Atatürk pek çok sözünde, Cumhuriyeti siyasal iktidarlara değil de gençliğe emanet ettiğini beyan etmiştir. Bunun en temel sebepleri gençlerin yeniliklere açık bireyler olması, köklü değişikliklerden korkmamaları, daha iyi bir yarın umut etmeleridir.
Gençlerin "bireysel enerji" düzeyi bu durumu etkileyen sebeplerin başında gelir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Yıllar geçtikçe toplumda iyi bir konuma gelinmesi ve elde edilen olanakların elden kaçırılmamak istenmesi yaşlı bireyleri tutucu olmaya yönlendirir bu da köklü değişikliklere meyletmemelerinin sebeplerindendir. Bir başka sebep de elde edilen birikimlerin yeniden kazanılmasına imkân sağlayacak sürenin de kalmamasıdır.
Genç, kendisi dışında henüz bir sorumluluk üstlenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tutum takınırken, bir anlamda özgürdür. Oysa evlenmek ve çocuk sahibi olmakla somutlaşmaya başlayan sorumluluklar zinciri, ileriki yıllarda adımlarını çok daha dikkatle ve ihtiyatla atmasını gerektirecektir.
Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıla da uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa bu gençlik hareketleri için söz konusu değildir. Çünkü gençlik, sürekli yenilendiği için kurumsallaşamayacak, kalıplaşamayacak bir güçtür.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı, gençler idealisttir. Cumhuriyetin de Atatürk tarafından gençlere emanet edilmesinde gençlerin bu "idealist" yönü ağır basmaktadır.
M. Kemal Atatürk'ün ve Atatürkçü ideolojinin gençliğe bakışı Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabesi ile de anlaşılabilmektedir.
Atatürkçülük ve Kadın
Türk kadınının durumundaki iyileşmeler kısmen de olsa Atatürk'ten önce başlamıştır. Atatürk dönemi Türkiye'sinde ise hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Kız çocuklarına ilk ve orta okula gitmesi izni 1858'de verilmişti. Ebe okulu, kız sanat okulu ve kız öğretmen okulu aynı dönemlerde açılmıştı. İlk kadın yazarlar, kadınlara yönelik ilk yayın organları yine o sıralarda açılmıştı. İlk kadın derneği ise savaş yaralılarına yardımcı olmak amacıyla 1867 yılında kuruldu. İkinci Meşrutiyet'in ilanından sonra, kadınların konumlarıyla ilgili bazı önemli gelişmeler daha görüldü. İlk kız lisesi, 1913 yılında İstanbul'da açıldı. Halide Edip Adıvar, Kadın Haklarını Savunma Derneği'ni (Müdafaa-i Hukuku Nisyan) kurdu. 1914'te bugünkü adıyla Kız Teknik Yüksek Öğretim Okulu öğretime başladı. 1921'de de, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde kızlar erkek sınıflarına girdiler.
Kadının "vatandaş" sayılmasına bile karşı çıkan milletvekillerinin neredeyse çoğunlukta olduğu bir mecliste ve Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın içinde kadının ileri toplumlardaki gibi hak sahibi kılmak için ilk adımlar atılmıştı.[14] Türk kadını 5 Aralık 1934'de seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu zaman, demokrasinin beşiği sayılan Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde kadınlar henüz bu haktan mahrumdular.
Atatürkçülük ve Demokratik Toplumculuk
Atatürk, Sovyetler Birliği'nde uygulanan komünizmin üretim açısından getirdiği modeli yeterli görmediği gibi, birey hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi içermemesini de kendi amaçlarına uygun bulmuyordu. Sovyet Devleti, sosyalizmin savunduğu değerleri eskiden olduğu gibi savunmuyordu. Demokrasi yerine diktatörlük, bireysel hak yerine ödevler geçiyordu. Bu yozlaşmayı Atatürk de görmüştü. İçte bir komünist örgütlenmeye de özellikle bu yüzden karşıydı; çünkü bunun "kayıtsız şartsız Rusya'ya bağlanma" anlamına geleceğini görüyordu. Böyle bir durum ise tam bağımsızlığı zedelerdi.
Fakat Atatürk'e sorulan Türkiye'ye komünizmi getirip getirmeyecekleri sorusuna ise Türkiye'de bir işçi sınıfının bulunmayışının komünizmin yerleşmesine engel teşkil ettiği ve uygulamanın şu an Türkiye'de çok zor olduğu cevabını vermiştir. Ayrıca komünist sistemin Türk milliyetçiliğine ters ve Türksel değerlere uygun olmadığı için komünizmi Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti açısından bir tehlike olarak adletmiştir.
Atatürkçülük ve Sosyalizm
Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere 1919'da Samsun'a gelen bir Sovyet Albayı, Havza'da Mustafa Kemal ile görüşür "Ne yapmak istiyorsunuz?" sorusunu Mustafa Kemal Paşa "Bizim hedefimiz Devlet Sosyalizmidir." yanıtını verir.[15] Buradan Atatürk'ün İşçi Sınıfı'nın oluşmadığı Türkiye'de Bolşevizm ve diğer İşçi Sınıfı'na dayanan sosyalist sistemlerin geçerli olamayacağını belirttiği anlaşılıyor. Yani sosyalizmi devlet eliyle kurmaya yönelik "devlet sosyalizmi" tabirini kullanmıştır.
Atatürkçülük ve Komünizm
Türkiye'de 1920 yılında Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştu. Bu parti Türkiye'deki ilk komünist partiydi. Partinin Komintern'e üyeliği kabul olmayınca parti dağılmıştı.
Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Atatürk'ün kendi cümleleriyle tarihsel materyalist perspektiften bakıldığında dönemin toplumsal şartları sebebiyeti ile komünizme bağlanmayı doğru bulmadığı, Türk toplumunun İslamiyet'e bağlı dindar bir toplum olduğu ve komünizme tümüyle karşı olduğu bazı söylemlerinde açıkça gözükmektedir:[16][17]
“ |
Biz ne bolşeviğiz ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. |
” |
|
Yukarıdaki sözünden de anlaşılacağı üzere Atatürk, komünizme tümüyle karşıydı. Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Mustafa Kemal Atatürk çeşitli vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi'nden hemen sonra, Amerikalı General Harbord'a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli Harekat'ın amacını anlatmış ve komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:
“ |
Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve aynı zamanda sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin yerleşmesine müsait değildir. Türkiye'de ne büyük kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır. Diğer taraftan zirai bir problemimiz yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır.[18] |
” |
|
Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk'ün bu konudaki diğer sözleri zaman dilimlerine göre şöyledir:
6 Şubat 1921'de,
“ |
Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali, memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin kuvvetli, Rusya'daki komünizmin bizce tatbikine müsait olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir.[19] |
” |
|
2 Kasım 1922'de,
“ |
Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet halk hükümeti diye yad edilir.[20] |
” |
|
21 Haziran 1935'te,
“ |
Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti'nin ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.[21] |
” |
|
Bütün bu olayları yakından izlemiş olan Atatürk, 1932 yılında Amerikalı subay Douglas MacArthur ile yaptığı bir konuşmada komünizmle ilgili düşüncelerini bütün açıklığıyla şöyle ifade etmiştir:
“ |
Bugün Avrupa'nın doğusunda bütün uygarlıkları ve hatta bütün insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve manevi imkanlarını top yekün bir şekilde, dünya ihtilali gayesi uğruna, seferber eden bu korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz malum olmayan, yepyeni siyasal metodlar tatbik etmekte ve rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmelen istifade etmesini bilmektedir. Avrupa'da çıkacak bir savaşın başlıca galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya'dır. Sadece bolşevizmdir. Rusya'nın yakın komşusu ve bu memleketle en çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün çıplaklığıyla görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşünce yapılarını mükemmelen sömüren, onların milli ihtiraslarını okşayan ve kinleri tahrik etmesini bilen bolşevikler, yalnız Avrupa'yı değil, Asya'yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır.[22] |
” |
|
Atatürk, komünizm'deki devlet yapısı hakkındaki görüşlerini şu şekilde açıklamıştır:
“ |
Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır. Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin büyük kar getirmediğinden dolayı yapmayacağı işler veya milli çıkarlar için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet, memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir. Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız, toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. ... Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur. Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini, bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. ...Bir de, ferdin kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak kalmalıdır. Ferdin inkişafına (gelişme) mani olmamak bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi prensibinin önemli esasıdır.[23] |
” |